8 Aralık 2016 Perşembe

Baba Kimdir?




Nasılsın İnsanlık?
Ben düşünceli!
Aklımda şu başlıktaki soru var. Baba kimdir? Özellikle Türkiyede kimdir? Ne işe yarar? Çocuğun oluşmasını sağladıktan sonra atsak bir köşeye ne fark eder?
Sizleri çok üzecek bir şey söyleyeceğim. Atalım gitsin.
Bence hiç üzülüyor gibi yapmayın. Hadi canım, yok artık, bir de okumuş, bir de şöyleymiş yapmayın. Neden mi? Erkeklere sesleniyorum Hak etmiyorsunuz! Babalığa biçtiğin rolün değeri tamamen bir değersizlik.
Baba çocuklarıyla ne konuşabilir? Sevgi? İlişkiler? Arkadaşlık? Yakın arkadaşlık? Cinsiyet rolleri? Cinsellik? Problemler?  Aşk? Anne ile sorunlar?
Baba çocuklarıyla oyun oynayabilir mi? Ne oynayacak saklambaç mı? Yapma Allah aşkına! Ce-e mi oynayacak? Hadi oradan. Gıdıklama?
Baba yemek yedirir mi? Baba yemek yemeyi öğretebilir mi?
Baba çocuk uyutabilir mi?
Baba çocuklarının öz bakım ihtiyaçlarını giderebilir mi? Kakasını mı silecek? Atletini mi giydirecek?
Baba çocuğunun okuluyla ilgilenebilir mi? Ödevlerine yardım edebilir mi?
Baba çocuklarını elle tutulur, gözle görülür sevebilir mi?
Yahu bana evet deyin nolur, bir yerden evet konuşabilir, oynayabilir, temizliğini yapabilir deyin. Dersiniz hem de öyle bir dersiniz ki nereden dersiniz biliyor musunuz? Güç!  Baba konuşur ama ne hakkında konuşur? Para! Baba konuşur ama nerede Kavga! Has, salih güç! Babayla çok iyi konuşulur ne zaman? Başarı! Başka da babanın net konuştuğu karşısına alıp bak kızım bak oğlum diye örnekler verdiği, ağzını açtığı alanlar sınırlıdır.
Çocuğun doğduğu andan itibaren annesine bağlanması için elinizden gelen ne varsa yapmışsınız zaten. EN basit hayatta kalabilmesi için ihtiyacı olan yeme, uyuma, dokunma ihtiyaçlarını zaten anneye vermişsin. Elini de kolunu da bir güzel kendine çekmişsin. Peki sen kimsin? Sen olmadığında ne sorunlar çıkıyor? Psikologlar diyor ki Baba figürü olmalı. Yahu Türkiyede babalar hakketten figüran!  Gerçek rolleri yok. Gerçek roller annede. Anne bu işi en iyi becerir, annenin doğasında sevgi var, anne anne olmak için yaratılmış, dünyaya geliş amacı bu! Peki sizin?
Anneyi eğitecekmişiz güzel bir dünya yaratmak için! Yahu Baba! O çocuğu anne tek başına yapmadı, anne o çocuğu ağladığında bana gelsin, sevgilisiyle ayrılınca bana gelsin, kendinden mutlu değilse bana gelsin, okumuyorsa bana gelsin, acıkmışsa bana gelsin, cinsel sorunları varsa bana gelsin, sevilmek istiyorsa bana gelsin gibi gibi en önemli sorunlarda bana gelsin diye mi doğurdu. Sen niye girdin işin içine? Sen kimsin? Baba kim bu Türkiyede?
O anneleri eğiteceksiniz ya,  o kadınların çoğu hakkında şikayetçiniz ya ailenizde erkek figürü diye bir şey yok ve en önemli sorunlarda -ki attığım soru başlıkları en önemlileri- içinde erkek olmadığı sürece anneyi eğitemezsiniz! Anne tek başına annelik yapamaz! Anneyi tek başına eğitseniz de elinize sağlam çıktı kalmaz! Nedeni de açık; Aile denilen şeyin içinde baba da var. Neden milyonlarca kadını dedikoducu, geveze, gösterişe meraklı, huysuz, gibi ithamlarla suçluyorsunuz? Bunun en büyük suçluları siz baba diye nitelendirilen insanlarsınız. Farklı karakterlerimiz olduğu açık. Azıcık babalık yapıp o karakterleri çocuklarınıza gösterseniz dünyaya bu kadar ucuz insan yetiştirmeyiz. Hem kadın hem erkek!


*** Yukarıda saydığım çoğu şeyi Allah razı olsun  ki ben babamla konuşurum, konuştum, oynadım hem de annemden daha rahat. Sebebi annem yanına gittiğim her olayda babana da söyle babana da sor babandan da onay al, babandan da iste diyerek beni ve babamı yönlendirdiği için! Yani kadınlar özür dilerim ki öyle pes edip bu adam zaten böyle demek korkaklık. Bu dünyada bir şeylerin değişmesini istiyorsanız da babalar sorumluluğunuza ve yerinize sahip çıkın.

5 Aralık 2016 Pazartesi

"Çocukların En çok Sorduğu Soru" Dr. Susan Bartell


Size bir kitap anlatacağım, çok önceden yazmayı planladım ama sonuna kadar okuyayım pişman olacağım bir cümlesi varsa hiç yazmayayım diye bekledim ve işte burdayım.


Bir öğretmen,  bir ebeveyn, bir abla, abi, anaanne olarak her ne ise o olarak bu kitap işinize yarar diyorum. Gerçekten sıkıştığınız sorular bulunuyor içinde. Allah var mı? Ben nasıl oldum? Neden okula gidiyorum? gibileri ve daha bir çokları. Belki sizin kendinizce cevaplarınız var bu sorulara ve belki de doğru. Ama farklı bir açıdan bakmak ve olayın farklı yüzünü de görmek mümkün. Kitabın her cümlesi, Susan Bartell'in her cümlesi sizi tatmin etmeyebilir ya da uygulayabileceğiniz bir yöntem olmayabilir. Orası size kalmış. Baktınız bana ağır geliyor bu yöntemler diyorsunuz hafifletirsiniz ya da kullanmazsınız. Ama içinden elbet bir şeyler kazanırsınız.  Tutarlılığın önemini, model olmanın farkını, soruya soruyla cevap vermenin güzelliğini hele de acaba çocuğuma öğrencime nasıl sorular sorabilirimin cevaplarını bulabileceğiniz güzel bir kitap.  Yöntemleri de aslında konuştuğunun arkasında duran kişinin yöntemleri. Ama unutmayın 3-8 yaş arası her yanıt ve cevap sizin çocuğunuza uymayabilir. Üstelik de Amerikalı bir yazar ve oranın kültürüyle Türkiye'nin kültürü aynı değil, bazı cevaplar kültürümüze uymayabilir. Tabii ki tamamen size kalmış.
En çok sorulara odaklanın, ve altında yatan sebepler bölümlerine. Bence orada aynı yerdeyiz. Cevapların çoğu beni tatmin etmeseydi sizinle paylaşmazdım beni sardı umarım size de katkısı olur.
Bol okumalı günlere,
Bu arada bu sene "Reading Challenge" kazanıyor gibiyim herkese benden çay!

4 Aralık 2016 Pazar

Özgeçmişten çıkarımlar..

Umutsuzlara umut vermeye geldim,
İyi dinlesinler beni cillop gibi bir hayatta yaşadığımı sanıp  zaten her şey önündeydi senin diyenler.
Adapazarı'nın Kirazca köyünde doğan, babaanne, dede, büyükanne ve büyükbaba eşliğinde filizlenen bir kız çocuğu. Annen, baban neredeydi diyecek olursanız göçmen olmanın zorluklarını yazarak başlayayım. Bulgaristan'dan eli kolu boş üç beş eşyasını getirerek 89 yılında Türkiye'ye göçmüş koca bir ailem var. Türkiye sevdasıyla yanıp tutuşan, koşullar ne olursa olsun yeterki Türkiye olsun, vatan olsun diye varını yoğunu bırakıp koşa koşa Türkiye'ye kaçan bir aile. İsmi zorunlu göç olsa da aslı gönüllü göç. Annem kucağında 6 aylık çocuğu ile yanında babam dahi olmadan kaynanasıyla  göçmüş. Babam daha da önceden firar, nasıl ailemi Türkiye'ye alırım yollarını bulmak amacıyla.
-Bizlere macera gibi geliyor ama yaşayanlara kocaman bir çile.-
 Zafere giden bir çile olduğu için umutsuz değiller hiç. İstanbul'a, İzmir'e, Adapazarı'na, Çerkezköy'e oradan oraya göç ediyorlar sanmayın ki keyiften amaç tamamen iş bulmak. Bizler iki çocukları da anne, babaya emanet. Neden yanlarında değiliz çünkü gece gündüz çalışmak deyimini tam anlamıyla uyguluyorlar. Günde 18 saat çalıştıkları dahi oluyor, minicik iki çocuk orada tek başlarına olamayacağı için de büyüklerin ellerinde kalıyor.  Bizi yanlarına aldıkları zamanlar da var.

Tabii ki mutluluktan uçuyor iki çocuk ailesiyle bir araya gelince!

Ama çoğu zaman dedelerleyiz. Büyüklerle büyümenin güzel yanı bence pimpirikten uzaklaşmak. Ne istersek yapıyoruz, neye zarar verirsek verelim umursanmıyoruz, sokakta saatlerce oynuyor, yaramazlığın dibine vuruyoruz... Tek önemli sorun yemek yememiz. Hatta ben yemek yemeyeceğim diye bir sokaktan diğerine dedemi peşimde koşturduğumu bilirim :)- O zamanlar da atletmişim- İster toprağın, çamurun içine dal, ister tozun tadına bakmaya çalış her şey serbest.  Şimdi önüne milyon oyuncak koyduğun çocuklar ne yapacağını bilemeyip sıkılırken biz taşlarla, kumlarla, çamurlarla eşyaların ipleriyle oyunlar kuruyoruz. Yani salına salına doya doya çocukluk yaşıyoruz. Bizimkiler de gecesine gündüzüne katıp parasını biriktirip ev yaptırıyor ve göçmenlikten çıkıp sıradan Türk vatandaşı haline yavaş yavaş dönüyor.

 Peki Sibel bu aralarda neler yapıyor. Anaokulunda haylaz, tatlı cadı, evde bir canavar, kan kardeşliğine özenip ondan korkup kolaç (sizin deyiminizle pişi) kardeşliğine girecek kadar canavar.  Ama tam bir cesaret kumkuması. Hiçbir şeyden korkmuyor. Ev yakmak, camları kırmak, arı kovanlarını eşelemek aklına gelen ne varsa deniyor. Dayak mı vız gelir umru değil. Evde bu kadar yaramaz bir çocuk sizce okulda uslu olur mu? Bazen evet ama bizimki değil. Okulda da bir güzel dayak yiyor. Çünkü susmak bilmiyor, arkadaşlarını kışkırtıyor, dersi sabote ediyor! Okulda okumayı  en son öğrenen bir öğrenci olarak ödül alıyor! İlkokul karnesinde birler olan tarihteki tek öğrenci de diyebilirsiniz. Öğretmenime ders vermek amaçlı öğretmen filan olmadım buradan dramatik bir sonuç çıkarmayın, o zamanın devri eti senin kemiği benimdi ama ne var ki olumsuz etkilerini yaşıyorum. Öğrenci sırasına geçtiğim şu yıllarda bile çok zor konuşabiliyorum, konuşmaya başladığım anda vücudumda garip olaylar dönüyor bence sebebi sağ olsun ilkokul öğretmenim. Ne lise, ne üniversite, ne de şu yüksek lisansımda çok sesim duyulmuyor çünkü dediğim gibi vücudumda pompalanan adrenalin konuşabilmemi engelliyor. Neyse geri dönelim. İlkokulu tam bir tembel etiketiyle geçiyorum. Çarpım tablosunu dahi öğrenebilmem için kilitli bir odada kalıyorum kapı açıldığı anda annemi kandırıp evden kaçıyorum çünkü neden öğrenemiyorum! Sayıları okumayı, çarpmayı, toplamayı, sayılarla ilgili, alfabe ile ilgili hiçbir şeyi öğrenemiyorum. Hemen kurtarıcım Şemsiye teyzeme kaçıyorum. 2 mahalle aşağıdaki canım komşumuz. Oh orada onunla sohbet muhabbet edip annemin beni almaya gelmesiyle günlerimizi geçiriyoruz. Annem de ne yapsın elinden bu kadarı geliyor zorluyor zorluyor bakıyor ki yok kızı öğrenemiyor napalım bu kız da böyle diyor :) Allahtan elinde bir evlat daha var hem de zehir gibi. Tam bir zeki. Hele de Matematik becerileri hat safhada. Neyse belki bu öğrenip kardeşine öğretir diye umut ediyor. Deprem dolayısıyla İstanbul'a göç yaşıyoruz ve Sibel 4. sınıfa başlıyor hala tembel hala umarsız. (Bu arada dede çalıştı, uğraştı ve ticaret kafası sayesinde tam bir zengin oldu) Dedesi okusun diye teşvikler vermeye başlıyor ve karneni 5 getir sana benden telefon diyor. . İşte o an sular duruluyor ve tersine dönmeye başlıyor. Sene 2000 Sibel'in karnesi aileyi bırakın sülaleyi dehşete düşürüyor hepsi 5. Kimse inanmıyor, hatta dedesi de inanmıyor ve telefonu almıyor. Sibel de eğitime olan inancını kaybediyor :D Ama denge tamamen dönmüyor hatta Ahmet isimli bir öğretmen bu kızda Matematik zekası var diyor. Hoppala... Kim inanacak şimdi buna. Çarpım tablosunu dahi öğrenemeyen bir kızdan bahsediyoruz! Bir de tutup beni okulun zekiler tayfasının bulunduğu sınıfına koyuyorlar. Bakmayın ben öyle üstün performanslar göstermiyorum. İşim olmaz biri başka bir şey vaat etse hadi bir nebze ama ondan da dönüyorlar zaten. Çat pat son gece çalışmalarla bir şekilde idare edilerek hayat devam ettiriliyor. Liseye geçişimde de başka bir okul kazanıp gitmeme gibi bir hikayem var ama önemi yok çünkü Okul öncesiyle tanışıyorum ve çocukluğumdaki gibi acayip eğleniyorum. Peki umutsuzlara umut olacağım yer neresi? 
Üniversitede de aynı bölümü okuyunca kendimle ilgili birçok şeyi fark ediyorum ve neden eğitim hayatımın böyle geçtiğini anlıyorum.  
1. Bende dikkat eksikliği var. Dikkatimi aralıklarla maksimum odaklayabildiğim süre 10dk. devamında kendimi başka bir dünyada buluyorum. Geri dönmek için kendime taktikler belirledim tabi 26 yaşına gelene kadar.
2. Öğrenme bozukluğum var.  Daha çok dikkatle bağlantılı sorunlarım olsa da, ondan bağımsız disleksi denilen bir sorunum daha olduğunu görüyorum. Hala milyon tane yazım hatası yapıyorum. Nasıl yazıldıklarını öğreniyorsunuz da beyin bazen dönüyor işte napacaksın:)  Bu bloğa yazı yazdıktan sonra kaç tane hata çıkıyor bir görseniz, ne varki otomatik tanımlıyor. Kelimeleri yanlış yerlerde kullanıyorsam şaşmayın orada da sorunum var.
3.  Daha çok otizmli çocuklarda görülen kendini yönetme sistemimde bozukluklar var. Otizmliyim diyeceğim ama değilim diğer özelliklerinden bir çoğunu göstermiyorum.  Ama iletişimde hızlı, detaylı, gürültülü konuşma gibi özelliklerini de gösteriyorum. 
 Kimse de benim böyle sorunlarım olduğunu düşünüp bana ona göre eğitim, destek filan vermiyor ne yapıyorsam kendi kendime yapıyorum. Ama düşünki kendimi yönetmekte sorunlarım var, çalışma programı yapmak hak getire, dershanenin bana hazırladığı program da bir o kadar realiteden uzak! çalışırken zaten dikkatim dağılıyor, yazarak çalıştığımda da görüyorum ki yanlış yazıyorum! Sonra da bir bakıyorum ki üniversiteyi kazanmışım. 
Nasıl mı?
Sağ olsun çocuklar sayesinde. İyi özelliklerim diğerlerini kapatabilmem için fırsatlar sunuyor. Çocukların öğrenme süreçlerini gözlemliyorum ve Üniversiteye hazırlanırken hep onlardan yararlanıyorum. Zıplayarak, koşarak ders çalıştığımı hatırlıyorum, dikkatim dağılıyor diye paragraflarla şarkı yaptığımı, şekiller ve sayıları  bacaklarıma, vücudumun parçalarına benzetip öğrenmeye çalıştığımı, Türkçe dil kurallarını otobüsteki insanlardan hikaye yaratıp ezberlediğimi, gibi gibi bir çok şeyi hatırlıyorum. Yani beynimin nasıl çalıştığını gözlemliyorum, ne zaman kalıcı hafızama girdiğini düşünüyorum ve o noktaları tekrarlıyorum. Özellikle de hareket olmadan ben öğrenemiyorum! -Belki de o yüzden öğretmenlik hayatımda da bir çok şeyi hareketle öğretiyorum-  Diyeceğim o ki sınavlara hazırlanırken benden bir şey olmaz zaten benim destekçim yok, zaten benim bilgim yok, zaten benim param yok, zaten şuyum yok gibi bahanelerle kendinizi çürütmeyin. Ya da başkalarının özelliklerinin, hayatlarının harika olduğunu sanmayın. Gördüğün gibi dışarıdan çok normal dururken içerden baya bir elektrik kaçakları var. Siz başkalarından çok, hatalarınızdan, kusurlarınızdan çok neler yapabildiğinize odaklanın, en azından ben öyle yaptım!

Uzun bir yazı oldu ama özgeçmiş bu, 26 yılımın en önemli bilgilerini sığdırdım kısa mı olacağdı!

14 Kasım 2016 Pazartesi

Bu ara gökyüzünde yıldızlar var.

Merhaba
Tanıdığım tanımadığım bir dünya okuyucum...
11bini görünce  ister istemez bir şaşırdım. Ne ara büyüdü sayfam bu kadar ne ara buldunuz beni bilmiyorum.
Ama hoşuma gidiyor çünkü kendimi özel hissediyorum. Peki önemli mi özel olmak? Bir bakıma evet diğer bakıma hayır.

Hepimiz hayatımızda iyilikler olsun istiyoruz, yeri dolmaz olalım, özel olalım istiyoruz. E her şeyin de iyisini hak ediyoruz. Ama bu kötülükler nereden geliyor acaba?  Sorunlar, problemler, çözülemeyecek yumaklar nasıl oluşuyor?  Nereden dahil oluyoruz o yumaklara ya da bizim elimiz yumağı dolamakla mı uğraşıyor çözmekle mi?  Bence dikkat edin bir kendinize, yönünüze, konuşmalarınıza. Ben şimdi nerden girdim ne anlatmaya çalışıyorum diye düşünüyorsunuz biliyorum. Toplayacağım şu dağınıklığı ama bir fırtına dönsün istiyorum o beyinlerde. Çünkü görüyorum gökyüzüne kaçıyor bu ara onlar. Herkes de acayip güzel düşünceler var biliyorum, humanist ya da polyana olduğum için değil. Komplekssiz olduğum için söylüyorum ve görüyorum bunu. Nedense o düşünceler farklı amaçlar için kullanılıyor, o güzelim yıldızlar bir bir havaya uçuyor.

Tamam özelsiniz, özeliz, biliyoruz ama nereye kadar?
Biraz da sıradan olmanın keyfini çıkarın. Biraz da sadece insan olmanın tadına varın. Milletinizin kim olduğu, cebinizde ne kadar olduğu, mevkinizin ne olduğu ile ilgilenmeyin ya da bu gibi tıngırtılara kafayı yormayın. Hepsi sizi tanımlıyor  mu? Sonuna kadar evet. Tabii ki kimliğimizin bir parçası haline gelmiş hayattaki durumlarımız. Ama başkalarıyla kıyaslayarak, karşılaştırarak da kimliğinizi oturtamazsınız. En en özüne geleyim.
 Bu ara Araplar doldu! Bu ara Suriyeliler doldu! Sonra Araplar pis,  Suriyeliler cehalet saçıyor. Pardon da sen de gelişmekte olan bir ülkede yaşadığının farkında mısın? Onun nimetleri, sunacakları neyse o kadarına ulaşıyor o kadarından çıkarım yapabiliyorsun, bu neyin ayrıcalığı ve özelliği kendine atfettiğin.  Koca bir milletten bahsederken nasıl böyle rahat rahat atabiliyor, yargıya varabiliyorsun. Ki kültür farkı, büyüme biçimi inanılmaz faktörler var konuştuklarının içinde. Ne olursun o düşüncelerini farklı şeylere yorsan da inse o güzel yıldızlar gökyüzünden. Vallahi bak düşüncelerin tam yıldız gibi. Yıllar öncesinde kalmış böyle düşünceler at, artık sönsün ışığı, bitmiş bu devirde işlemiyor onlar! Kendine de zarar, ezdiğin kendini ayırdığın topluma da zarar. Ayrıca gerçekten de yok bir özelliğin, sen de ben de insanız. Ne dilin, ne paran, ne milletin ne de başka bir özelliğin seni insanüstü yapamıyor ama ne varki insanlık dışı yapabiliyor.
Yukarıdaki gözlerle bakıyorum böyle konuşanlara.
Bu ara gökyüzünde yıldızlar var, mevsim kış, hava karanlık.





12 Ekim 2016 Çarşamba

Sizin hiç tarihleriniz silindi mi?

Sizin hiç tarihleriniz silindi mi?
Çok mutlu olduğumuz ya da inanılmaz üzgün olduğumuz zaman saatlerden bağımsız ilerliyor fark ettiniz mi?
Ben bugün fark ettim...
Sanki hayatta bir tek ben vardım ve kalan anılarım. Hepsine elveda dedim, hepsine imrendim...
 Allahım çocukların saflığı geldi gözümün önüne dizlerimin bağı çözüldü. Nasıl böylesine çirkinleşebildi bazı insanlar, neden böylesine mutsuz bir yolu tercih etti? Aslında bence tek bir sebebi var; sevgi... Yani sevgisizlik, sevgiye açlık, sevgisizlikten kaynaklı bir dolu yetersizlik.
Bir de öfke var sevgi gibi coşkulu sevgi gibi büyük bir his. Sevgisizliğin ya da aşırı sevginin olduğu yerde yeşeren baya kaslı, güçlü, böyle baş döndüren bir his. Heh Bugün öfkeyle karşılaştım, birinin bünyesine sarılmış, ayaklanmış, her şeyini ele almış karşıma geçmiş... Yıktı, acıttı, bağırdı,  kan kusmak deyimini yaşattı. O anda ben orda değildim kimse de ispatlayamazdı orada olduğumu. Zaman yoktu ki orda ben olayım. Ya da orda olmak o zamanda yaşıyor olmak istemezdim. Öfkeyle tanışmak istemezdim. Yine de bir dilemma içindeyim. Orada beni yaşatan bir zaman ve karşısında o zamanı unutturacak, hafifletecek gelecek zaman. Belki dilemmada yeniğim  çünkü bugünü  yazmam doğru değil gelecek zamanı düşünmeliyim. Diğer yandan kin, nefret, gibi duyguları perçinleyecek davranışları sevmem, yazım bu hasarı perçinlemek için değil. Yazım gerçekten kalbimden sildiğim anıların giderken ben de bir hasar yarattığını ve yıllarını verdiğin insanların seni en büyük sevdanla tehdit edebileceğini unutmayıp, bundan sonra doğru insan seçmen için.
Sen bedduaya bedduayla karşılık verme, sen iyi düşün iyi ol.
Umarım insanlar sevgiyle değişebilecek kadar şekillidir ve umarım o sevenleri bulabilir.
Zaman akıyor tarihler her gün atılıyor içinden bir tanesini at şimdilik.

16 Eylül 2016 Cuma

Bir Evim Olsa?

Merhaba Dostlar,
Acaba bir evim olsa nasıl düzerdim, dekorasyonu, dizaynı, içindekileri nasıl olurdu, önersem neyi önerirdim gibi sorularla boğuşmama fırsat veren arkadaşlarıma gidiyor bu yazım. Herkese hayrola!


Ev mi kuracağız? Aman Allah'ım istediğin malzemeyi istediğin gibi kullan, yenilikler yap, yaratıcılığını kullan, eşleştir, boz, dene dur, tahta senin!  Ama biz fikirsiz, önerisiz yapamayız çünkü aklımızda hep bir soru bulunur; Acaba nasıl olur?
Haydi gel bulduğum örneklerini inceleyelim, nasıl olacağını beraber değerlendirelim. Sonra da yapboz gibi oynarız.
Şimdilik elimizde mutfak, yatak odası, salon önerileri var. Diğerlerini başka yayına..


Mutfak/Kitchen

Kiraya da çıkacaksan, ev senin de olacaksa farketmez, mutfağının her taşı çok önemli. En çok ben yemek konusunda kaçabileceğim kadar kaçacağım desem de ne yalan söyleyeyim yemek yapmak çok zevkli. Tabii ki vaktin varsa.  Ama gel gör ki burası Türkiye. Sevsen de sevmesen de ilgi alanında bulunacak. Ve işten sonraki vaktin tam olarak bu oda!  O yüzden bence en çok burasını huzur verici yap, zevkine göre yap. 
Geniş mutfak ara, geniş geniş alanın olsun. İstanbulda isen biraz zor ama.  Bence şansını zorla. 


Dekora gelince, bu resim benim mutfak hayalime acayip uyuyor. Umarım size de uyar. 
Öncelikle beyaz kesme taşlar çok şık duruyor ve içerisini ferah gösteriyor. Artık sarkıtma lambaların da moda olduğunu duyduk. Ki çok da güzel görünüyor. Üstelik yapımı kolay. Siyah tel ip, güzelce hazırlanmış orta boy bir odun parçası, ve lambalar. İşte sana harika bir avize. 


Mutfağın çok büyükse içine değilse salona girecek bu ürüne dikkat. Eğer salona girecekse yanda tabaklar için güzel bir vitrin bulundurmak mantıklı ama bizim evler biraz küçük oluyor o yüzden bence tabaklar için ayrıca vitrin alarak güzelim evinizi harcamayın. Bırakın kendi dolaplarında kalsın :)
Masanıza anlam katacak önemli detaylar  mumluklar, örtü, çiçek modelleri. bence bu üç detay her masayı bambaşka gösterir.


Eğer benim gibi ahşap tutkunuysanız, hiç bir şey koymasanız bile masanız harika durabilir. Ama mum, şamdan, çiçek gibi detaylar yine  yakışacaktır.


Askılıklar, hem mutfağını güzelleştirir hem de yerden tasarruf sağlar. Mutfağın da olmazsa olmazıdır.


Mutfağını düzenlerken bence tarzının ne olduğuna dikkat etmelisin. Mesela İngiliz mutfağı mı seversin?  Yukarıdaki tipik bir örneği. Pembeler, fuşyalar, gül kurusu renkleri senin renklerinse bence sen İngiliz mutfakçısın :) Çünkü çok yakışıyor bu modele.


Ben iskandinavcıyım mesela, çok sade seviyorum. Beyaz şart benim için. Siyah rengi de her zaman asil bulmuşumdur. Aman ha mutfağı asil diye simsiyah yapmayın, olmuyor, yakışmıyor, üstüne de iç karartıyor. Ama zevk meselesi, çok seviyorsan elbet farklı tonlarla uydurursun.


Beyaz, ahşap ve siyah tonlarından bir mutfak yapabilirsin, çok da güzel olur. Eğer benim gibi hardal sarısı seviyorsan bir de o renk ile süsler ekle. İçinden çıkılmaz olsun :) Yukardakini bizzat benim eve koyalım  sarısı kolay:)
Burada naçizane fikrim, eğer eşini o mutfakta görmek istiyorsan fikrini al, hatta beraber yapın mutfağı. Dekora da beraber karar verin, eşyalarınıza da. Yoksa çiçekli, böcekli, güllü mutfaklarda erkekler yer almıyor diye kızmayın. 

Salon/Living room

Türkiye'de evlerin salonu geniş olur. En büyük alan buraya saklanır. Niye? Televizyoncu milletiz diye! Başka da bir açıklaması yok!
Dizi, film, belgesel, güzeldir, izlenir ama bence biraz kopmak lazım oralardan. Yeni düzen ( 1984 gibi oldu) bizi uzaklaştırıyor, kabul etmiyor. Bırakın salonu küçük yapalım. Zaten eskisi gibi aileler de kalabalık yaşamıyor. Misafir desen mutfak, balkon arasında takılıyor.  Misafirperverlikten de kaynaklanıyor bu salon genişliği ama artık geniş salona bence ihtiyaç yok! Belki kız istemede lazım olur :)

O yüzden ben büyük salonlar paylaşmak yerine, detaylar paylaşacağım. 
1. Çiçekler, saksılar salonu ferah gösterir.
Yukarıdaki fikir harika ama bakımı zor, uğraşırım diyene yap derim. Evini de güney cepheden al güneş yokmuş derdin kalmasın. 

2. Konforun çok önemli. Yumuşak seç. 
Yatakta daha çok kalacağın kesin ama sohbet yerin genellikle burası olacak.  


Artık koltuklar zayıf da, kilolu da  olsan geniş seçiliyor. Yeni moda böyle çünkü daha rahat. Bence sen de poponu rahat rahat koyabileceğin, yayılabileceğin bir koltuk takımı seç.

Bence salonlarda yapılan en büyük hata şıklık yarışı. Salon şıktan öte rahat görünmeli. Mesela kahverengi, siyah tonları şık renkler çıkarıyor bence tercih etme. Bana resmi ol ruhunu yansıtıyor. 
Açık renklere kay, gri, beyaz, mavi, bej. Bej de riskli gibi.


Halı sever misin bilmiyorum, yeni modada halı yerine kilimler geliyor, postlar seriliyor. Zevkine kalmış. Biz bu ara İran halılarına taktık ama kilim ve postlar harika duruyor.

Fark ettin mi bilmiyorum. Salon dekorlarında yuvarlak olunca ben o salonu beğeniyorum :) Böyle bir zevkim var. Sehpa mı, sandalye mi, halı mı artık ne koyarsan ama salona çemberli dekorlar koy. Çok yakışıyor sen güven bana :)


Salonun da olmazsa olmazlarından; kitaplık.  Bir köşesinde bulunmalı. Belki de Tv tutkunu olmadığım için o olmasın ama kitaplık olsun diyenlerdenim.


İster karesini, ister dikdörtgenini ya da herhangi birini koy ama kitapları da unutma :)



Ya da kendine şöyle bir kütüphane odası hazırla :) Benim hayalim...

 Yatak Odası/Bedroom

Yatak odası kız tarafı alır falan filan olaylarıyla kadınlar gidip alıyor ya ben kıl oluyorum. Kıl olmak neyse. Tüylerin diken olması herhalde. Kardeşim en özel yer, ikinize ait olan başkalarının girmemesi gereken falan filan yatma yeri ya. Ne diye gidip kendin seçersin, sen beğenirsin. Adam yatmayacak mı orada? Bir de güllü, dantelli, oyalı, parıl parıl parlayan nevresimler al tam olsun.  Zaten adam orada süs olarak var. Yatağa da süs diye koyuluyor. 
Lafın kısası, özü, beraber bakılması gereken  bir diğer oda. Fikrinin alınması gereken şart oda!

   1. Dişi desenlere hayır! 
Pembe sevenler çok fena hayal kırıklığı yaşayacak o nasıl olacak bilmiyorum, banyoyu pembe yapalım öyle kurtaralım bence :)
Nevresimlerde uçuşan kadınsı desenler, yatak işlemelerine dökülen danteller filan bence erkek sevmiyorsa olmaz. Yatak odasında olmaz :) Ben de severim mesela ama misafir takımlarını öyle alırım :D
Kendi nevresimlerin tek renk olmalı, deseni tabii ki olabilir ama kadınsı durmasa daha hoş sanki. Ama bilemem belki eşin içinde pempeler, kırmızılar, morlardan hoşlanacaktır. O zaman olabilir. Dediğim gibi kesinlikle ikinizin zevkine bağlı bir oda. 


2. Yere yakın yatak 
Yüksekler de güzel durabiliyor ama yine şık mekan olayı gibi görünüyor. Oysa ki uyku en önemli dinlenme aracı ve içinde rahatlık var.  O yüzden yatak odası mutlaka rahat görünmeli. O hissi yaratmalı. Yere yakın olduğunda tavanla arandaki mesafe açıldığı için daha geniş hissi uyandırıyor. :) 


    Oda kutu gibi de olsa ne kadar yere yakın olursan o kadar büyük görünecek :)


3. Geniş ve büyük cam
Evin her odası için söylenebilecek bu özellik yatak odasının vazgeçilmezi. Niye mi?
Uykudan zor kalkan birilerine özellikle sunulur.  İçeriye bir dolu güneş girdiğinde uyuyamazsın. İçini açar, tazeler, kalkma hissi yaratır. İşte bu yüzden. Ben uykucuyumdur ama doğayı çok severim. Siz de severseniz sabahın o güzel anını kaçırmak istemezsiniz ve hafta sonu da 8 dedim mi ayaklanabilirsiniz. 


    Refah içinde hissedebileceğin bir ortam.  Camları yok et o zaman bütün büyü bozuluyor.


4. Çerçeveler; Fotoğraflar
İster ailenizin, ister anlamlı bulduğunuz görsellerin fotoğrafları olsun ama bi şekilde olsun.

5. Bol yastık
Hem rahat olur, hem göze daha çekici gelir.


 6. Işıklar.
 Sanki yatak odasına çok yakışıyor led ışıklar. Ben sarı renkliyi seviyorum, diğerleri oyun alanı gibi duruyor.  Mis gibi kitap oku, hayal kur. Bambaşka alemlere dal. 
Ama her zaman  yakmayın; göz yorar  ve kesenizden yer.


Benden şimdilik öneriler bu kadar,
Umarım fikir verebilmiş, acaba dediklerinize yanıt bulabilmişimdir.
Haydi gençlik sıra sende, yap boz.

Eğer bu renkleri, dekorları sevdiysen bil ki bu tarz İskandinav, Norveç, İsveç yani soğuk ülke tarzları :) Bir de bohem tarzından esintiler diyelim.
Dekorlu günler...

5 Eylül 2016 Pazartesi

Kimmiş Bu Sibel?

Hihi,
Blog deneyimime ilk başladığımda kendimi tanıtmışım ama şuanki sayfamda yokmuş, Yeni fark ettim. 
Siz beni bir şekilde biliyorsunuz ya da bilmeden okuyorsunuz, Ama bir de ben kendimi nasıl görüyorum okumak ister misiniz?


Kimdir bu Sibel,
Ne yapar,
Ne düşünür,
Gayesi nedir gibi sorular geliyorsa aklınıza okumanız gereken kısım burası... 
 
   Kimim sorusuna cevap biraz zor.. Acayip ikilem doluyum anlatması güç ama anlaması kolay biriyim. Çok yer çok içerim o yüzden iyi bir sohbet arkadaşıyım. İlk bakanın ve gerçekten sahip olduğum özelliklerim saf ve leyla olmam. Leyla demişken ah be Leyla Erbil.. Neyse ben bu bakışları  melül, düşüncesi saf, tepkileri yavaş Leyla'dan bahsediyorum ama o masum kedinin altında yatanlar biraz ürkütücü çünkü ani parlama özelliğim, çirkefliğim, şüpheciliğim, bir de alaycılığımı eklersek ortaya hoş bir tablo çıkaramayız.. İyisi mi başka daha ekleyelim, şöyle ki bol gülerim, kahkaha severim ve gülmek için yer ararım çünkü mutlu olmayı severim. Yegane hedefim de mutlu etmektir sizleri, sadece annemi babamı, abimi sevdiceğimi değil, tanıdığım her insanı. Önce kendin diyorlar ya pek onu beceremeyenlerdenim, önce karşı taraf gelir bende. “ya şimdi ne düşünür, ne der, nasıl anlar, kızar mı, üzülür mü, yanlış mı oldu, acıdı mı ….” Uzar gider bu sorular benim hanemde. Mizaha bayılırım, -humor- dedikleri yok mudur işte o benim aşık olduğum yandır insanlarda bulunan. Sevdiğim insana aşık olma sebebimdir. Acıyı dindirebilme yeteneğimdir. Her şeyin üstüne insan türünü sevebilmemi sağlayan güzel özelliklerden biridir.  Aslında bir nevi sizler için yaratılmışım. Acayip yardımseverimdir, Allaaa gelin size çörekler börekler açayım, sokaktaki her insanı, her varlığı doyurayım, dokunmaya mı ihtiyacınız var kol kanat gereyim, sevgi sözcükleri yağdırayım, doyasıya sevgi dağıtırım ama işgüzarlık bu ya karşılık da beklerim. Yok öyle bedavadan sevgi bonusu. Üstüne de kızarım Alooo kime yaptık onca gösteriyi, ne yapmışsam sankim. Övmekten övünmekten hoşlanmam, haz etmem, hele kendini öveni hiç sevmem net hoş-lan-mam. Ben yaparım, ben ederim diyen, çok konuşan kısacası özgüven patlaması yaşayan ve duyurmaktan haz alan insanlara oldum olası irite olurum amma velakin onları da severim, sevgi sonsuzluğu garip bir şey... Kalbimde bir kese var yahu dur dur onları da buraya koy diye seslenen o keseyi dinlerim. İnsanların cahilliği, yeri gelir kendimin cahilliği bana hep "eğitim şart" dedirtmiştir ama çok daha kolay bir yolu var işte ben o yol aşığıyım.. "Tiyatro Şart". O sahne, o dekor, oyuncular apayrı bir dünya olur bana, sahne başlar beynimdeki kukla da başlar, aşkım başlar.. Her bir sanat dalı basit gelir onun yanında.. İnsanları eğitiyor ya, beyin fırtınası yaratıyor, empati kurdurtuyor, hem ütopyasını hem distopyasını yayıyor, her şeyi harmanlıyor ve hiç rahatsızlık vermeden içinize işliyor, neyse Tiyatro anlatılacak koca bir başlık.. Diğer büyük başlığım da Klasik Müzik! İkisini bir araya koyduğunuz anda beni benden almak deyiminin gerçekleştiği ortama şahitsiniz demektir. Doğum günüme bu tarz biletleri kondurun, kocaman bir sevgi bulutuna hazır olun.. Artı at binmek, daha öğrenemediğim ve askıya almak zorunda olduğum hayallerimin ihtiyacı.. Bu tarz hayallerimi de geçelim, tanıtım yazısı biyografik kitaba dönüşecek..  Sorgu en büyük kalemimdir benim.. Boyu uzun, yapısı geniş, içi dolu, ucu sivridir bayaa. En takık olduğum sorgu alanı kadın, kız, kızçe, hatun, kara fatma cinsiyetçiliğidir. Ben bu sölediklerinizin hepsine girerim aynı zamanda da hiç birine girmem. Nasıl düşündüğünüze bağlı.. Aslında bu siteyi oluşturmanın da yarı çaplı sebebidir feminizm. Cinsiyet nasıl ırk, millet ayrımcılığı yapılıyorsa sadece bizi ayırmak için ucu kızartılmış maşa görevinden ibaret bir kukladır.  Anlayacağınız amacınız sorgulamak, irdelemek, destek olmak, yardım almak hatta ve hatta karşı çıkmak ise buyrun yanıma..
    Mesleğim okul öncesi öğretmenliği... Giriş sebebim geleceğin çocuklarını bambaşka eğitime ulaştırmak, kendilerini, yaratıcılıklarını, farklı yanlarını ortaya çıkarabilmek diye dallanır budaklanır burası, çok anlatmayayım şimdlik...
   Çekirdek ailem tam bir çekirdektir, abim, annem, babam tatlı bir evceğzin içinde çok şükür problemsiz sıkıntısız geçinir gideriz. Hatta ben Allah'ım hayat bu kadar iyi geçebilir mi ne olur vurgunu ağır yapma, yavaş yavaş gelsin derim.. Bir de bu çekirdek ailemin artı biri vardır ki o da Fuat bey.. Aşk anlatması güç ve komik bir şey, bir de çok yüce bir şey  o yüzden kelimelerle ifade edebilmeye hazır hissetmiyorum, sadece bilesiniz o güzel adamı seviyorum. 
   Dilimin noktası yok böyle konuşur giderim, sevgimi, sorgumu, kendimi koyduğum sayfama, haneme sizleri de beklerim.. Hele de ihtiyacınız olur, derdiniz olur, mutluluğunuz olur paylaşasınız tutar;
sibelhaciog@gmail.com. Beklerim.

25 Ağustos 2016 Perşembe

Venedik; Gel Aşık Olalım!

Dikkat! Görüp görebileceğiniz en iç çekici fotoğraflar geliyor ona göre. Bu ara canınız çok tatil istiyorsa bakmayın! Gerçekten bakmayın çünkü çok fena özendirir.
Burası başka bir şehir. Başka bir doğa, bambaşka bir yapılanma. Oturduğunuz, iki soluklanayım dediğiniz her yerde huzur dolu bir manzara. Turistler de olmasa heralde inanılmaz mest edecek bir mekan. Bilmiyorum ama en çok etkilendiğim Avrupa şehri kendisi. Oscar goes to Venice for me.
 Bu resimlerde hiç bir filtre, oynama, ekleme, çıkarma bulunmamakta, sadece yarı profesyönel makine ile çekildi ona göre. Ne görüyorsanız aynen o yani.  Yani de yani ne uzattın be arkadaş dediğini duyar gibiyim tamam susuyorum biraz bakın bakalım resimlere ne düşüneceksiniz...







Şehir ayrı bir duygu diyarına götürüyor beni, aşk gibi geldi bana ama bilmiyorum. Fuatı en çok özlediğim yer burasıydı. Bir sürü yurtdışı gezisi yaptım, Berlin, Amsterdam, Frankfurt, Çek Cumhuriyeti... ama en çok durmadan  neden Fuat yok dediğim yer burasıydı. O yüzden bence burası aşk şehri.



Diğer taraftan kendini bulma, kendine fırsat ayırma, kendini sevme şehri. Her yer o kadar güzel ki her yere yakışıyorsun. Çektiğin her resim göz kamaştırıyor. Kendini her fotoğrafta beğenebiliyorsun. Zihnini boşlukta hissedip kalbini dopdolu hissediyorsun.



Ne diyorsun bu gidişle şair bile olurum dimi :)
Diyorum ya arkadaşım acayip etkilendim.
Kelimeler anlatmamı istemiyor, anlatırken bile güzelliğini kıskanıyorum. Nasıl böyle duygular verebilir, nasıl ruhunu ele geçirebilir bu şehir?





Tekrar diyorum, kesinlikle buraya sevgiliyle gelinmeli, eşle gelinmeli, aynı ruhu paylaştığın kişiyle gelinmeli. Öylesine güzel, içten, seni alıp götüren bir manzarası var ki sevdiğin insanın elini tutup gel burada yaşayalım, dönmeyelim diyesiniz geliyor. Pis koku, görsel şölen fazlalığı, satış, pazarlama ortamları gibi şeyler irite etmiş gidenleri ama ben hiçbirini ne gördüm ne duydum. Upucuza bulabileceğiniz pizzalar, dondurmalar, kaçamak yapıp  otobüse bedava binişler, insan sesine kulağını kapattığında renklerin ahengine kendini kaptıracağın bir ütopya burası bence.


Yalnız gitmek de mükemmel olur burası için. Git ve kendini bul. Bol bol düşün, oksijen depola ciğerlerine. Beynin bir bulansın. Hak ediyor bu şehir tek gitmeyi, bir de sen kesinlikle hak ediyorsun bu şehri görmeyi. Hani eğitimde fırsat eşitliği savunuruz ya ben birde Venedik'i herkes görebilmeli'yi savunuyorum. Fanatiği, tutkulusu, savunucusuyum bu fikrin.


Venedik'te nereleri gezebilirim, nerede kalırım, ne yiyebilirim, nerede kahve içebilirim gibi sorular cevaplanacak ama biraz keyfini çıkarsak ya olağanüstü manzaranın. Sonrasını öğreniriz. Gel biraz aşık olalım, ilk görüşte aşk yaşayalım sonra da neymiş içini tanıyalım. 

* Renkli kısımlar özellikle yapılmıştır, Venedik için hissettiğim sıfatlardır kendileri...


Gönlünüz, ruhunuz, kalbiniz şevkle kalsın,
 şevklendiren birçok anı ayağınıza takılsın emi!

17 Ağustos 2016 Çarşamba

Floransa; tatlı bir kasaba esintisi




Yağmurlu bir günde iliklerimize kadar üşüdüğümüz bir sabahla gördüğüm kasaba oluyor kendisi.
Sade, Avrupa görselleri ile karşılaştırdığınızda umursamaz, kendi halinde bir şehir. Biraz daha yeşillik eklesek filmlerde karakterlerin musmutlu yaşadıklarını gösteren sade ve huzur dolu bir mekan.
Hani lived happly ever after var ya işte o :)
Ama gezilecek, görülecek yerleri de tabii ki var.
Haydi başlayalım...

Floransa'da nerelere giderim?


1. Pazza Del Duomo


Burası bir katedral. Mimarisi, görünüşü,  dokusu nefes kesici. 


Avrupada göreceğin bir çok katedralden farklı. Tabii ki gösterişli, devasa ve bir emek topluluğu havası veriyor ama onun dışında mimarisi diğer Avrupa katedrallerine göre daha güzel. Daha farklı, daha sade ve güzele kaçıyor. 


Fresklerde Kıyamet günü ve Son Yargı betimlemeleri yapılmış.




Bu Katedralin ünlenmesine katkı sağlayan bir diğer şey, İtalyan ünlülerinin çoğu burada vaftiz edilmiş.


Duomo'nun içine giriş ücretsiz. Fakat  müze, Bell Tower, Chapel gibi farklı bölmeleri var. Hepsini gezmek istersen 15 € vermen yeterli. Üstelik bu fiyata şehrin manzarasını da göz bebeklerine tanıtman mümkün.


Bu katedral günümüze 1200'lerden kalma,  diğer, aslında ilk adı da Santa Maria Del Flore.



Bu kısım Bell Tower, 440 merdiven çıkarak manzaraya kavuşabilirsin. Ama dikkatli ol 15€ biletin yoksa içeri almıyorlar :) Mesela bizi almadılar :)



2. Repubblica Meydanı

Meydan neden ünlü bilemedim ama ortak buluşma mekanı diyebiliriz. Atlı karınca severseniz ona binebilirsiniz :) Onun haricinde kafelere oturup iki kelimenin belini kırabilirsiniz.


 Tanınan bir meydan olduğu için, bazı sunumlar, sergiler burada yapılabiliyormuş. Şansımıza Michelangelo haftası olduğu için  Davut heykeli eserini tanıtmak istediler diye biz de saatlerce bekledik. İtalyanca konuştular durdular tek anladığım barış ve Fransa'da yaşanan kamyon faciasını kınadıklarıydı.


 3. Piazza della Signoria
Sağda, solda, her yerde heykel gördüğünüz bir meydan burası. 
4. Palazza Vecchio
Arkamdaki kulenin adı Palazza Vecchio. Görülmesi gerekenlerden. Şuan belediye sarayı olarak kullanıyor. Önünde eskiden orjinali bulunan ama şuan çakması yer alan Davut heykelini görebilirsiniz.


Bu da ünlü Neptün Heykeli
Bu heykelin sağından dümdüz gittiğinizde 5. Uffizi Gallery karşınıza çıkacak. 
Burası ünlüerin heykel caddesi gibi bir şey. 
Heykeltraşlar, ressamlar, mimarlar, bilim adamları, çoğunun heykellerini bulabileceğiniz uzun bir koridor. 
Bu alanda bir de 6.Galileo Museum bulunuyor. Biz bulamadık :D. Orası da görülmeye değermiş.


Anlamını bulamadık ama çok görkemliydi.


7. Basilica of Santa Maria Novella 
Tren istasyonunun yakınlarında gezinirken birden karşınıza çıkabilir. Heyacanla içine girmek istersiniz ve sizden 5 € isterler. Sonra siz de hadi be deyip çıkar gider dışına bakarsınız. Bizim basilikadaki maceramız böyle :) Dışı etkileyici, içini bilmiyoruz.


8. Medici Chapels

Bu şapele kesinlikle gitmenizi tavsiye ediyorum. Ben içini görememiş olmanın üzüntüsünü baya hissettim. Resimlerden bile baktığınızda etkileniyorsunuz, canlı kim bilir nasıl olur. Medici ailesinin mezarlarının da içinde olduğu söyleniyor. Özellikle prensesin.


9. Basilica of San Lorenzo
Floransa'nın en eski kilisesi olduğu söylentisi var. 393 yılından kalma.... 
İçinde yine Medici ailelerinin mezarları bulunuyor. Yapım aşaması çok uzun sürdüğü için bir çok ünlü mimarın elinden geçtiği söyleniyor.


10. Brancacci Şapeli
İnanır mısın biz bu Şapelin etrafında dönüp dolaşıp kapısını bulamadık :) Özellikle burasını internetten koydum ki bizim gibi görmemezlik yapmayın. İçinde kutsal kitaptaki anlatılanların canlandırıldığı freskler bulunuyor. 

11. Pitti Palace
Bizim daha çok vintage arabalar dikkatimizi çekmiş olsa da arka tarafta bulunan bina Piti'nin sarayı oluyor. Pitti ünlü bir banker. Sonrasında Medici ailesinin sarayı olduğu için şuan bir üne sahip ve saraya dönüştürülmüş. Aynı zamanda Kraliyet sarayı olarak da kullanılmış ve sanat galerisi olarak halka sunulmuş.  İçine girmek 15 €.


12. Boboli Garden
Müzeye değilde Giardino Boboli bahçesine de giriş yapabilirsiniz isterseniz.   Avrupa vatandaşına 5€ ama diğer vatandaşlara 10 €. 


Bence girmeyin :) Açık hava müzesi olarak da geçse de  bahçe bakımsız, bir sürü heykel var ve elinize bir harita veriliyor ama haritadaki açıklanan hiç bir heykeli bulamıyorsunuz :) Açıklanmayanlar hoşunuza gidince öğrenemiyorsunuz. 


Ama biz gitmişken hakkını verdik, çimlerinde kestirdik, eğlendik, hayal kurduk.


Heykellerin taklidini yaptık.


Böceklerinin resimlerini çektik, 


Ağaçların dokusunu inceledik. Filan filan. 5 € iyi ama 10€'ya  bence az. 


13. Santa Croce Bazilikası
Bu bazilika içinde Dante, Michelangelo, Machiavelli, Galileo'nun anıt mezarlarını barındırıyor, bu yüzden de pek bir önemli görülüyor. 

14. Ponte Vecchio
İşte en çok beğendiğim, ektilendiğim yer de burası. Kesinlikle gelmeli, kendini bu manzaraya kaptırmalısın dediğim yer. 


Nehrin adı Arno. Güneşle pırıl pırıl görünen, evlerin kiremit rengiyle bütünleşen sarılığını yansıtan sade, tatlı, saatlerce izlenilesi bir köprü. 


Köprünün ordan izlemek biraz rahatsız edici. Çünkü çok kalabalık ve gürültülü.

İyisi mi benim gibi kenardan kenardan izleyin. Üstüne de çıkılabiliyor. Göründüğü gibi yüksek değil. 


Ama sanmayın ki boş :) Köprünün üstüne oranla daha sakin.

II. Dünya savaşında bombolanmayan Floransadaki tek köprü olarak da ünlü. 

Ponte Alle Grazie 
Bu köprü de manzarada kendine bir yer bulmuş. 


 Her açısı, her ayrıntısı ayrı güzel geliyor göze. 


Biraz da sabah saatlerinde izlenilesi...


Benim ruhuma seslendiği tipimden belli :)
Deli deli pozlar veririm normalde de. 

Floransada benim gezmenizi tavsiye ettiğim yerler bu kadar.  Fazladan öneri isterseniz;
Sn.  Piazza spiritio
S. Frediano Cestello
Piazza Ognissanti
Piazza Della Liberta
Fortezza da Basso
Bir de nehir boyunca baştan aşağı yürüyün bence. 


Floransa'da ne yiyebilirim?

  • Açıkçası İtalya deyince aklıma, dondurma, kahve, pizza, makarna ürünlerinden başka bir şey gelmiyor. Biz de yine bu ürünleri tükettik.  Duomo kilisesinin yanında bir pizzeria var oradaki dilim pizzaya Melin aşık oldu. Hayatımda yediğim en iyi pizzaydı dedi. Benimki sebzeliydi ve üstünde patlıcan, kabak, ne buldularsa doldurmuşlar çok iyiydi diyemeyeceğim ama hamuru güzeldi. Üstelik 3 €. Bir kişiye de hayli hayli yetiyor.
  • Floransa kolaylıkla market bulabileceğiniz bir yer. Kahvaltıları marketten alışveriş yaparak geçiştirebilirsiniz. Ki gayet karnınız doyar. Biz neredeyse 5 € ekmek, salatalık, domates, peynir, sandiviç gibi ürünleri alarak her gün karnımızı doyurduk. 
  • Marketten Tiramisu alarak denedik ve çok da güzel değildi. İçki seven belki hoşlanabilir. Bana o içkinin tadı gelince sevilecek yanı kalmıyor da.
  • Floransada da Venchi markası var. Dondurmanızı oradan alabilirsiniz ama buradaki daha pahalı 7 € :(
  • Yağmur yağınca etrafta birden yağmurlukçular beliriyor 5€ satmaya başlıyorlar. Pazarlık yapın 2 € alınabilir. 
  • Metro gibi ulaşım araçlarının fiyatlarını öğrenmenize gerek yok çünkü gerçekten çok küçük bir yer her yere yürüyerek gidebilirsiniz. 1 günde de bitirebilirsiniz. Ama huzur  bulmak için en az 2 gün ayırın derim. 

Floransa'da nerede kalabilirim?

Daha önceden yer ayırmadığımız için biz yürüyerek bütün 2 yıldızlı otellere baktık. En ucuz 25 € bulduk Tren istasyonundan dümdüz ilerleyin sağ tarafta kalan ilk otel. Ama biz orada kalmadık. 
30 € 3 yıldızlı Annabella Hotel'de kaldık. Odamız acayip güzeldi. Balkonu var ve tam merkezde bulunuyor. Herkese öneririm.


Bizden şimdilik bu kadar. 



















Budapeştede çekildiğim dudak büken kadın resmime ikincisi eklendi :)


Bu kafe harika bir yer. The raw cafe. Tamamen vegan ürünler satılıyor. Kadının kendisi mimar. İçini de kendi döşemiş, tasarlamış, şimdi de işletiyor. Floransaya giderseniz kesinlikle gidin derim. Dizaynı harika. Meyve karışımlarından deneyebilirsiniz. Harika kokteyller var. S. Spiritio Meydanına gittiğinizde, S. Agostina caddesi üzerinde.



Anılarla kalın, Hoşça Kalın.