31 Aralık 2017 Pazar

Anneliği erken başlayanlara...



Selam güzel insanlar, selam sevdiklerim, selam olsun bir dolu iyilik, güzellik...
Yazmıyorum vakit bulamamaktan değil sağolsun kızım bana bol bol vakit verdi, nasıl yazacağımı bilememekten... 
Bilen, duyan olmuştur elbet ki ben hamileyim... 
Anne oluyorum..
Kısmetse olacağım...
Bu arada bilesiniz bu satırlar mutluluk satırlarının yanı sıra gözlerinizi dolduracak anları da içermektedir... Dikkat duygusal mesajlar bulunur diyelim öyle başlayalım.
Her şey çok da güzel başlamamıştı zaten ne diyeyim. Biz iki şaşkın ördek olmuştuk duyduğumuzda çünkü beklemiyorduk, planlamamıştık. Bir insan nasıl planlanır orası da malum ama aklımızca planlayacaktık ve bu yaklaşık 3 sene sonraydı. Neyseki bize bizden önce sürpriz yaptı ve ben geliyorum dedi. İyi dedi, güzel dedi. Birden duygularımız takla attı, annelik heyecanı, babalık sevincine kendimizi kaptırdık. Küçük bir çocuğun evde dolanması, ya da süt kokulu bebeğin agulamalarını düşündükçe daha da heyecanlandık daha da serüvene atılmak için gönlümüzü kabarttık. Amma velakin karşımıza birkaç sınav çıkacağını bilmiyorduk. Öncelikle hamilelik sürecinde yapılması gereken ya da doktorların istedikleri ikili, üçlü, renkli doppler gibi testler olduğunu öğrendik. Aman canım yapalım zaten yaşımız küçük, keyfimiz, sağlığımız yerinde ne olacak diye hiç korkusuz işe giriştik. Ne sigara içiyorum ne de alkol kullanıyorum ha keza Fuatım da öyle. O yüzden riskler zaten minimumdadır dedik. Maalesef öyle olmadı... 
İkili testimizde çok yüksek bir risk çıktı. ikimizin de gözleri doldu, sevincimiz bir anda yürekte burukluğa dönüştü. Korkular sardı. Amniyo sıvısı alınabiliyor, genetik test yapılabiliyor, ya da kanın Amerikalara, Almanyalara gönderilebiliyor, sonunda da çocuğun gerçekten Down sendromlu mu öğren seçenekleri baş gösteriyordu. Oturduk, düşündük. Elini, kolunu, kafasını, kalbini gördüğümüz bu bebeği aldırmayı göze almayacağımızı farkettik. O zaman amniyoların da diğer testlerin de bizim için bir önemi kalmadı. Üstelik bu testlerin hiçbirinin %100 bir sonuç vermediğini her zaman yüzde birlik bile olsa ihtimal olduğunu söylediler. Bu riske girmenin anlamsızlığı daha da netleşti. İçimizi ferah tutalım yolumuza devam edelim dedik biz de. 
Sonra gün geldi üçlü teste. O da bize bilgi verecek, ikili testi tamamlayacı bir sonuç verecek dendi. O günleri de akla karayı seçerek bitirdik. Sonuçlar olumlu gelince "Oh çok şükür her şey yolundaymış." dedik ve bu da böyle bir sınavdı oh atlattık sevinçleriyle yolumuza devam ettik. Bu arada ben gerçekten nazarlanacak bir hamilelik sürecindeydim. Tek bir baş dönmesi, mide bulanması, kusması, sevdiğini sevmeme, sevmediğini isteme halleri filan hiç birine rastlamadık.Ta ki 24. haftama kadar. Her şey ufak bir kanama ile başladı. Nedir ne değildir, normal midir derken detaylı ultrasonlar, farklı doktorlar ile birden bebeğimizin haftasından çok küçük olduğunu, plesantamın anormal olduğunu, üstüne üstük plesantamda kanamalar olduğunu, gebelik zehirlenmesi denilen hastalığın bende nüksetmesinin an be an olduğunu öğrendik. Bir umut bir endişe, çoğu zaman hüzün, azı zaman mutluluk ile duyduklarımıza alışmaya çalıştık. Bu sefer doktor doktor gezmeceler başladı. Kendi doktorum Murat Bey, plesantamda anomali olduğunu ve bebeğin geri kaldığını onayladı siz riskli gebeliğe gidin önerisini de getirdi.  Zeynep Kamil Devlet Hastanesi benim plt kan değerlerimin anormal olduğunu aslında yatış yapmam gerektiğini, bebeğin küçük olmadığını ama çocuğa giden kan akımında ciddi azalma olduğunu çünkü iki arterde de direnç(çentik, notch) denilen akımı engelleyici güç olduğunu söyledi. Zaten sonra da beni bir güzel yatırdılar. Yatıran doktor Bülent Aydoğan. Söylemleri içimi dağlayan, bir anneye söylenebilecek en korkunç haliyle olan biteni anlatan bir doktor oluyor kendileri. Ona göre bizim bebek büyük ihtimal Trisomi 18li. İkili testim zaten yüksek çıkmış, plesantam bozukmuş, direnç varmış, üstüne üstük bebek geri kalmış. Nasıl oluyorda diğer ihtimale inanıyor muşum.... Gel de sağlam dur. Yattığım ilk gün bu endişelerle refakatçi almayıp beni o odada tek başına bırakan devlet  kurumuna mı söylensem, bir ihtimali, olasılığı sanki kesinmiş gibi nükseden ne dediğini bilmez doktora mı atarlansam... Ne yapsam.. Hiç bir şey tek yapabildiğim ancak ağlamak...... Ki ağlayamıyorsun da odada başka hasta var. Gözümden düşen damlayı gizli gizli silmeye çalışmam, eşimi gördüğümde dayanamayan gözyaşlarımı dolduğu yerden geri göndermeye çalışmam, gelen doktorların bana tek bir açıklama yapmadan, herhangi bir tedavi uygulamadan rahat rahat gelip gidişlerine sakinleşmeye çalışmam.. Böyle böyle istemediğim 3 günü daha geçirdim. Tek umudum kızımın bu sırada hala içimde olması ve bir umut üç beş gram alıp daha büyüyor olması.. Üstelik 26. Haftaya kadar geldik. Binbir türlü umut mesajları, bu zamanlarda doğan ve gayet sağlıklı yeşeren bebek örnekleri ile içimin rahatlatılmaya çalışılması... Ne diyeyim hiç de rahat değilim... Olamadım. Bir taraftan bir dakika çocuk gerçekten Trisomi 18li mi? Ki öyleyse ölü doğum demek oluyor.... Yavrumun yaşama ihtimali bile görülmüyor... Yaşarsa da çekeceği zorluklar, ameliyatlar ama yine de yaşayamayacak denmesi .... Tamam 18li değil desem, Plesantamın anormalliği, çocuğuma giden besinin her an birden durabileceği ve çocuğumun yine ölebileceği...  Bu durumu nasıl fark edebileceğimi dahi sordum.. Sormak zorundayım.. Şimdide çocuğun tekmelerini durmadan sayarak psikopata bağladığım düşünülüyor. Düşünün bana ne. Bu ihtimali de geçtim bir de gebelik zehirlenmesi geçirebileceğim ya da plesanta previa denilen plesantanın rahmin oraya yerleşmesi, rahmin dahi alınabilme ihtimali artık oraları hiç söylemeyelim de iyice içiniz kararmasın. Hangi birini gözardı edip yoluma devam etsem diyorum. Ama benim güzel kızım, "Nisan"ım , bu sırada 27.4 vardı bile. İçimden kendime diyorum, siz görürsünüz ben bu çocuğu en erken 36. haftada doğuracağım ve gayet sağlıklı olacak. Eşimin zaten en ufak bir şüphesi yok Nisan normal yolla normal zamanda yani Mart ayında doğacak... Tabii ki önümüz kış, havalar soğuk olacak ve bizi ne bekliyor bilemeyeceğiz. Tek yapmam gereken inanmak. Bu arada beni tekrar yatıran Bülent Beyi imza ile reddedip yatmadığımı da söyleyeyim. O hastanede kafayı yemek istemiyorum, zaten bana hiç bir müdahale yapılmıyor, hiç bir açıklama yapılmıyor olması moralimi yeterince çökertiyorken bir de eşimden ayrı olmayı, yeni yıla hastenin beyaz duvarlarına bakarak geçirmeyi kabul edemezdim, etmedim. Cerrahpaşa hastanesinde Rıza Madazlı ve asistanı'nın rahat ol, hayatına devam et, sadece tansiyonuna dikkat et egzersiz yapma ifadelerini beynime kazıdım ve ağlamayı kendime en azından kızım için yasakladım. Eğer bu günü de geçersek Nisan'ımın 2018'li olacağı kesinleşecek...7 aylık olmasına da çok ama çok az kalacak...  Hedefimiz, isteğimiz içimizde yatan en az 9 ay... Sonunda da sağlıklı bir doğum süreci ile sağlıklı bir kızımızın olması... 
Bunları niye yazdın dersen de gerçekten her doktor kızımın büyüklüğünü ayrı ölçüyor, her doktor farklı şeyler söylüyor. Duyduğum örneklerden, rastladığım kişilerden öğrendiklerimle söyleyebilirim ki bunların hiç biri gerçekliğe kavuşmayabiliyor ve beklenilenlerin hiç biri olmadan normal, zamanında doğum olabiliyor. Benim gibi diğer anneler, babalar da görsün, okusun, bak ona da denmişti ama ne de güzel hepsi geçti diyebilsin diye...
2018'de, bebeğimizi ilk öğrendiğimde de dediğim gibi, "tek istediğimiz sağlık"...
Umarım sizin de evlerinize bir dolu sağlık girer.... Gerisi gerçekten boş da...

24 Ekim 2017 Salı

İstanbul'a yakın nereye gitsem? "Abant Gölü"





Yazmayan bir blogger olmuştum, nerede kaldınları duyuyordum. Yazmak istediğim şeyler var, bekliyorlar şimdilik, zamanı gelsin hemen yayınlanacak. Şimdi zamanı gelen sonbahar aşıklarını anlatalım :) 
Harika bir gezi sunalım. 


Abant Gölü




İstanbul'dan ulaşımı çok da kolay olan harika bir sonbahar diyarı burası. Evde durmayın, çıkın, gezin, hele de gelin beni bir görün diye bağıran bir diyar.  Biz aracımızla gittik ve 2.5 saatte vardık. 


İstanbul'a uzaklığı 260 km  olan bu alana sadece araçla değil bir çok turizm şirketiyle gelmek mümkün.  Ortalama 3 saatinizi alacaktır. En yaygın görüneni "Anı tur" otobüsleri. 



Abant'ın hatta Bolu'nun en riskli yanı yağmur riskinin fazla olması. Ama gel gör ki yağmuru bile zevkli. Renkler daha da güzelleşiyor ve zaten sadece bir adet gölü olduğu için gözünüzün görmek isteyebileceği tek gölün ıssız renkleri belirginleşiyor.



Güneş ise en çok ağaçlara yakışıyor. Ağaçlardaki farklı renkler beliriyor ve  inanılmaz bir fotoğrafçılık ürünleri ortaya çıkıyor.

           
Yerlere saçılan yaprakların çıtırtıları, rüzgarın sarmaladığı ağaçlardaki dalların hışırtıları hepsi bir araya gelip sizi gerçekten sonbahar aşığı yapmaya yetiyor.  Peki Abant da başka ne yapılabilir derseniz, hazırlayın kahvaltılığınızı piknik alanlarında tertemiz doğada bol oksijenli piknik yapın. 
Abant Tabiat Parkı girişinde satıcı amcaların, teyzelerin pazarladığı yerden, isterseniz yiyecek ya da hediyelik eşyalar da bulabilirsiniz. Ama bunun dışında yapacak tek şey ormanda yürümek.



Yaprak çıtırtılarında boğulmak, miniminnacık uzamaya çalışan mantarları keşfetmek,  nefis oksijeni içinize içinize çekmek... Sınırlı ama huzur verici.


İstanbul curcurnasında kaybolan ve her gün köprü arası benim gibi mekik dokuyan biriyseniz bulunulmaz bir güzellik.

Abant da ne yenir, başka nereye gidilir?  



Bir defa yollarında böğürtlen bulmak çok kolay. dikkatli bakarsanız kenarlarda mis gibi dolgunlaşmış böğürtlenleri bulabilirsiniz. Hem bedava, hem sağlıklı.


Cemil Piknik Kahvaltı Mekanı
Sonracığıma ün salmış ciciş bir kahvaltı mekanı var.  Abant Gölü'ne giderken bildiğin yol üstünde. Belki de ondan ün salmıştır. Ben beğendim ama çok fazla ürün getiriyorlar. Yenmiyor, yazık günah.  Ama gözünüz başta baya doyuyor. İsmi tıkladığınızda siteye yönlendirileceksiniz. Orada fotoğrafta gördüğünüz kahvaltının aynısı geliyor.
Fiyat; 2 kişilik kahvaltı 70 tl.


Eğlenmek isterseniz diye iki ağaç arasına ip germişler ve kayabilmeniz için bir oturak yapmışlar. :) İsterseniz deneyin:) Olmadı bol bol resim çekilin. Büyük, güzel bir mekan.


Kenarda akan minnak bir dere de mevcut. Sakin ve sevimli bir mekan.




Sonbahar'ın kendini yavaş yavaş gösterdiği ağaçlarda kaybolan fotoğraflar çekilmek de bir diğer seçenek.

Kubbealtı

 Bolu merkezde bulunan kubbe altı gözlemeciden gözleme yiyebilirsiniz, mis gibi doğaya mis gibi kokular yayıldığı için canınızın çekmesi an meselesi.  Damlakuşumun önerdiği bu mekana biz gidemedik ama sizin için nette biraz bakındım. Gerçekten lezzetli görünüyor. Damla'nın önerisi de farklı gözlemelerden yemek. Mesela yoğurtlusundan ;)  Daha çok öğle yemeği tarzında olsa da akşam da katmer yiyebilirsiniz.


Mudurnu Saray Helvası



Bana diğer çekme helvalardan farklı gelmese de meşhur ve ucuz. Biz 7.5 tl aldık. Bolu merkez çerezcisinden :)


Bolçi

Bolu çikolatasını Bolu'ya gidip de almamak olmaz. Ki benim en en sevdiklerimden. İçinde harika krokanlar dışında yumoş çikolatası. 12.5 tl bir kutu almak mümkün.  Bunlardan aileceklere ehdiye yapmak da mümkün.




Abant da Nerede Kalınır?

Öncelikle ben kaldığım yeri çok beğendim. Hem huzurlu, hem tatlı, hem de güzel bir oteldi ama daha iyisi neresi derseniz onu da buldum. Sırada geliyor bekle.


Von Resort 




İsimlerde bağlantılar mevcut, tıklarsanız sizi siteye götürür. Bir de ben anlatayım. Böyle çift katlı villalardan oluşuyor. Öyle koca apartmanlar arasına sıkıştırılmış otel odacıkları gibi değil.


Sanki evinizden çıkmış da mahallede geziniyormuşsunuz gibi.


Üstelik bahçede yetişen meyveleri yemek serbest. Biz bildiğin toplayıp çantamıza koyduk :)



Köy evi gibi canlı müzik yapılan, odun ateşi yakılan romantik ortamları da var. Biz çok beğenmesek de baya doluydu :)


Kadife perdeleriyle gecemize zevk kattı :)Neyse biz kahvemizi içip kalktık.


İsterseniz evcil hayvanları da var. Onları da besleyip, seyredebilirsiniz.


 Beni yem verecek sanıyorlar yoksa fotoğraf çekilmek için gelmediler :)



O da olmadı otelin kendi içinde yürüyüş parkuru, ormanı var. Orada gezinmek de güzel bir fırsat ama dikkatli olun bizim gibi yoldan çıkıp kaybolmayın :) Bulması zor oluyor. Büyük bir alan.

2. Yeşil Ev 

Gelelim daha güzel mekana. Eğer param daha da bol, kalacaksam rüyalarda gibi bir yerde kalayım diyorsan sen iyisi mi git bu evlere.


 Yeşil ev dediğine bakma her çeşit ev var. Şirinlerin isimlerini verdikleri odalar ve masal, hayal gibi tatlış isimleri olan içi de bir o kadar tatlış odalardan oluşuyor bu otel.

Dışı da içi de zevkle döşenmiş odalar. Anlayacağın güzel mekan. Parası da güzel size  kalmış seçmek. Yine isme tıkla linke kavuş.


                    Benden size şimdilik bu kadar güzel insanlar... Yedi göllerle buluşmak üzere




 

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Karar


Hayatta attığımız adımlar bizden başka kimseye ait değil; Kararlarımız da kararlarımızın karşılığında yaşadığımız deneyimlerimiz de. En kötü karar kararsızlıktan iyidir derler ama çok yanlış derler. Kötü kararlar devamında bir dolu hoşnutsuz deneyim getirir. O karardan çıktığın anda da "yaşadım, gördüm" diyerek geçiştiremezsin; izi kalır. Ne denli iz taşıyabildiğin, ne denli silebilir olduğun da işin cabasıdır. Bir de senin dışındakiler var, mesela kararı verdiğinde dahil olanlar var. Onlar sildirecekler mi acaba? Ya da taşıyorsan izleri, deşmeyecekler mi?
Gözün körü gittiğin yerler de vardır. Karar denemez onlara. Kararsızlıkla içinden sıyrılmak istediğin an dolguları. Sadece durumdan kurtulmak istersin varmak istediğin yer de tabii ki umut olsun, güzellik, hoşluk olsun, çukura gitmek için çıkmazsın yola. "Boşanmak için evlenmezsin." sözü gibi.
Tabi bunun yoğun duygular olan tarafı da var.  Mesela Aşk. Anlıyorum aşkla yaşanan her şeyi. Mükemmel bir duygu çünkü. Ama aşk diye bahsettiklerinin, aşığım dedikleri çoğu kişinin aşık olmadığını da anlayabiliyorum. Mesela aşk sınırsız bir bağlılık getiriyor insana. Gözünün, gönlünün başka her şeye kapanması demek oluyor aslında. Ama ben görüyorum hiç de kapalı olmadıklarını o gönüllerin, gözlerin, sonra inanmıyorum doğal olarak aşık olduklarına...
Peki doğru karar alıp almadığını baştan bilebilir misin ki? Bilemezsin nihayetinde öğrenirsin. Ama değerlerin vardır, bir terazin vardır. Bir güzel tartarsın. Teraziye değerlerini yüklersin, kimliğini yüklersin. Açık oynaman gerekir. Burada kim kazanır biliyor musun? Şuncacık yaşımda ben öğrendim kimin kazandığını. Terazide ağır basan değil  dürüst olan, apaçık meydanda olan kazanır.  Bu, bu, bu dersin, neyse odur o zaman kazanırsın. Ama kapalı oynarsan kazanma ihtimalin düşer. Şansa kalırsın.  Ya da çok iyi oyuncu olmaya. Ruhunun batmasına ama reklamın artmasına kalırsın. O da bir süre sonra yok olur zaten, nihayetinde kaybedersin. Bazen varsın kaybedeyim dersin. Heh o "yaşadım, gördüm." olayına çıkar. Kalbinin testisini tart ona göre gir o yola çünkü sağlam bir yürek taşıyabilir kaybedeceğini görebilecek kadar ağır vakalarda.
Aslında her anımız şanstır ölümü düşününce, deneyimlemek çekici gelir. Ama istiyorum ki güzel olsun o deneyimler, hele kendini kandıra kandıra gidenleri  görünce de yazayım diyorum.
Biliyorum yarın hakkında konuşmak kolay geliyor insanlara, hele de dışardakilerin hakkında, ben de o kolaylıktan yararlanıyorum, boş boş yazıyorum. Ne olur kızmayın bana. İyiliğinizi istiyorum, mutluluğunuza ortak olayım istiyorum. He kötü olur ona da ortak olurum ama kötü olduğunda yanınızda elbet olan olur ama mutluluğu paylaşması zordur. Ben sadece zor olana gönüllüyüm diyorum.

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Kelebek Çiftliği- Kelebekler Hakkında Ne Biliyorsunuz?

İstanbul'un gözünü de kaşlarını da her şeyini de seveyim. Harika bir doğası var. İster bir yanı Karadeniz, ister diğer yanı Akdeniz... Ne istersen. Yeşil mi? Beykoz, Polenezköy, Çamlıca, Çatalca, Adalar, Belgrad gözünü doyurana kadar... Oraları daha keşfedemedi İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin inşaatçıları.
Mavi mi? En delisinden, en uçsuzundan, bazen en durusundan bazen de alacalısından
Kilyos, Sarıyer, Bebek, Arnavutköy, Çengelköy, Üsküdar, Kadıköy, Florya, Avcılar, Büyükçekmece... Allahtan deniz üstüne ev yapmayı geliştiremediler de bölünmüyor ufuk sevdamız.
Binaların güzeli olsun, tarihi olsun, azıcık Fransız azıcık Bizans olsun diyorsan in Şişhaneye, git Balat'a. Her yanı güzel İstanbul'un. Evet artık burada yaşamak istemiyoruz evet her gün sitem ediyoruz ama gel gör ki sevdamızdan da vazgeçemiyoruz.
Güzel yanlarını görüp tutunmaya çalışıyoruz. Güzel yanlarından biri de Kelebek Çiftliği...


Otobüsle gidiş maalesef yok. Aracınızla gideceksiniz.
Adından tam olarak anladığınız gibi içinde kelebekler olan bir çiftlik. Sera gibi bir alan yapılmış nemli ve baya sıcak bir camekan bölümünde bir çok kelebek görme fırsatını yaşatıyor bizlere.



Giriş ücreti;kişi başı 25 tl. Yer; Polonezköy
Girdiğinizde 20dk. bir video izletiyorlar ve bu videoda kelebekler hakkında bilgi ediniyorsunuz. Sonrasında bu dolapta gördüğünüz yurtdışından getirtilmiş larvaları inceliyorsunuz.


  
Bu dolabın içi belirli bir sıcaklıkta ve nemde çalışıyor.  Bir kelebeğin larva süresi ortalama 3-6 hafta sürüyor. Aslında en uzun ömrünü larvanın içinde geçiriyor.

                                  Dünyada keşfedilen tam 17500 değişik kelebek türü bulunuyor. Buradakiler onların yanında 100 -200 tanecik çeşidi diyebiliriz. 


Kelebeklerin birbirinden çok farklı özellikleri bulunabiliyor. Mesela bu kelebek larvasından çıktıktan sonra yemek yemeden yaşıyor. 


 Kelebeklerin üzerlerinde gördüğünüz göz şekilleri aslında doğal ortamında dönüşüm geçirdiklerini gösteriyor. O benekler ormanlarda tehlikeli varlıklardan korunmak için kendilerini kamufle etmeye yarıyor. Kimisi baykuş kelebeğe dönüşmüş, kimisi de yılan kelebek.


Solda yansımanın orada dikkatli bakarsanız gözü görürsünüz. Bu kelebek kanatlarını birleştiğinde arkadan baktığınızda gerçekten yılan gibi görünüyor. Vücudunu aynı yılan gibi de hareket ettirebiliyor. Düşmanlarından korunmak için kendine seçtiği bir yol...


Larva içindeki isimleri pupa olarak biliniyor.  Tahmin edildiği gibi aslında her kelebek kendine koza örmüyor. Koza örenler farklı bir çeşit.


Kelebekler hakkında naçizane üç beş bilgi öğrendikten sonra çiftliğe giriş iznini alabiliyorsunuz. 


Şimdi şu özel çiftliğin içine girelim. Burası çok nemli ve sıcak bir bölge. 


Baykuş kelebek türleri muz kabuklarını çok seviyormuş. Dokunmayın lütfen diye her yerde yazsa da ben dokunan arkadaşlar gördüm. Siz siz olun yapmayın böyle şeyler. Baykuş kelebeklere dokunmayı istemelerinin sebebi bu kelebeklerin  bazılarının kanat rengi turkuaz.

Fuat biraz rüzgar yapıp açtırmaya çalıştı, gerçekten açtı ama yakalayamadım onu da siz gidip görün.




İçeride sadece kelebekler yok, böyle nemli ortamları seven kuşlar da var ama onlar kelebeklerle aynı özgürlüğe sahip değil. Harika ötüyorlar, çok sevimliler ama kafesteler. 

 Kimse evine kuş almasa ne kadar mutlu olurdum. Gördüğüme mi sevineyim bu kanatların hapsolmasına mı?...


Doğada serbest olsalar bakışları yine aynı olur muydu?


Mesela bu bir nebze daha serbest kelebekler gibi. Isırabiliyormuş, ben olsam ben de ısırırım. Haklısın devam et Papağan :)


Bir  Tarantula kardeşimizi de koymuşlar. Zehirsizmiş ama kafeste yaşıyor o da. 


Serbest dolaşabilen bir de Iguana var. Çocuklar için çok güzel bir öğrenme ortamı. Bu Iguananın turuncu olanı da varmış. Aradık taradık o nemli ortamda saatlerce bakındık, ter içinde kaldık ama bulamadık.


Herhalde bu kelebekçik "Mis gibi uçmak gibisi var mı?" diye diye gidiyordur.


Ufak bir göl de yapmışlar bu göl de turuncu balıklar da mevcut.

 


İçerideki bitki türleri kelebeklerin yemekten hoşlandığı bitkiler. 

Ekmek elden su gölden yaşayan bir kelebek topluluğu. Ömürleri bildiğiniz gibi kısa en fazla yaşayanı bir ay. Çoğunun da ömrü 3-5 gün. 


Ayakları onlar için tad alma yerleri. Ayaklarıyla " bu yaprak tam yemelik" diyebiliyorlar.


Bu gördükleriniz kelebek yumurtaları. 


 İrili ufaklı çeşidine göre değişir.


Yumurtadan çıktıkları durum ve büyüme aşaması.


"Hani benim larvam?" dediği aşamaya gelmiş. Bilin ki artık larvasını yapacak. İçinde mis gibi büyüyecek. Larva yapmak için kendilerini yaprağa bağladıklarını biliyor muydunuz?
Bu yüzden de gezinip güçlü yapraklar rahat mekanlar arıyorlarmış. Bu abi biraz keyifçi yakından buluvermiş. 


Bu kelebekler içeride ölen kelebeklerin mumyalanmış hali:) Nasıl korudular bilmiyorum da, ölü kelebek oluyorlar.



 Belki toprağa gömülmek istiyorlardı? Hiç sordunuz mu?



Kelebek Çiftliğinin bulunduğu mekan harika bir yeşillik ortamı. Girişi de tam resimker çekilmelik. Zaten düğün mekanı olarak da kullanıyormuş. 

Acaba kelebekler gürültüyü seviyor mu?? 


 Böylesine huzurun içinde hoşlanacaklarını hiç sanmıyorum.



Şimdi ben saydım sövdüm kafes dedim, yazık dedim ama gel gör ki önerdim. Sanki kelebekler için üzülesi bir durum değil diyorum. Kendi doğalarında mis gibi uçsalar tabii ki güzel ama  burada da işkence gördüklerini sanmıyorum :)


 Her şeyi satın alınabilir parçacıklara dönüştürmemizi kahrolsun kapitalizm diyerek savuşturuyorum. 
İyi seyirler. 
Çekebildiğim bütün çeşitler bunlar;













































Kelebeklerden de korktuğumu söylemiş miydim?






Kısacık ömrümüzde üç beş güzel şeyler görmenin mutluluğu sizinle olsun...