8 Aralık 2016 Perşembe

Baba Kimdir?




Nasılsın İnsanlık?
Ben düşünceli!
Aklımda şu başlıktaki soru var. Baba kimdir? Özellikle Türkiyede kimdir? Ne işe yarar? Çocuğun oluşmasını sağladıktan sonra atsak bir köşeye ne fark eder?
Sizleri çok üzecek bir şey söyleyeceğim. Atalım gitsin.
Bence hiç üzülüyor gibi yapmayın. Hadi canım, yok artık, bir de okumuş, bir de şöyleymiş yapmayın. Neden mi? Erkeklere sesleniyorum Hak etmiyorsunuz! Babalığa biçtiğin rolün değeri tamamen bir değersizlik.
Baba çocuklarıyla ne konuşabilir? Sevgi? İlişkiler? Arkadaşlık? Yakın arkadaşlık? Cinsiyet rolleri? Cinsellik? Problemler?  Aşk? Anne ile sorunlar?
Baba çocuklarıyla oyun oynayabilir mi? Ne oynayacak saklambaç mı? Yapma Allah aşkına! Ce-e mi oynayacak? Hadi oradan. Gıdıklama?
Baba yemek yedirir mi? Baba yemek yemeyi öğretebilir mi?
Baba çocuk uyutabilir mi?
Baba çocuklarının öz bakım ihtiyaçlarını giderebilir mi? Kakasını mı silecek? Atletini mi giydirecek?
Baba çocuğunun okuluyla ilgilenebilir mi? Ödevlerine yardım edebilir mi?
Baba çocuklarını elle tutulur, gözle görülür sevebilir mi?
Yahu bana evet deyin nolur, bir yerden evet konuşabilir, oynayabilir, temizliğini yapabilir deyin. Dersiniz hem de öyle bir dersiniz ki nereden dersiniz biliyor musunuz? Güç!  Baba konuşur ama ne hakkında konuşur? Para! Baba konuşur ama nerede Kavga! Has, salih güç! Babayla çok iyi konuşulur ne zaman? Başarı! Başka da babanın net konuştuğu karşısına alıp bak kızım bak oğlum diye örnekler verdiği, ağzını açtığı alanlar sınırlıdır.
Çocuğun doğduğu andan itibaren annesine bağlanması için elinizden gelen ne varsa yapmışsınız zaten. EN basit hayatta kalabilmesi için ihtiyacı olan yeme, uyuma, dokunma ihtiyaçlarını zaten anneye vermişsin. Elini de kolunu da bir güzel kendine çekmişsin. Peki sen kimsin? Sen olmadığında ne sorunlar çıkıyor? Psikologlar diyor ki Baba figürü olmalı. Yahu Türkiyede babalar hakketten figüran!  Gerçek rolleri yok. Gerçek roller annede. Anne bu işi en iyi becerir, annenin doğasında sevgi var, anne anne olmak için yaratılmış, dünyaya geliş amacı bu! Peki sizin?
Anneyi eğitecekmişiz güzel bir dünya yaratmak için! Yahu Baba! O çocuğu anne tek başına yapmadı, anne o çocuğu ağladığında bana gelsin, sevgilisiyle ayrılınca bana gelsin, kendinden mutlu değilse bana gelsin, okumuyorsa bana gelsin, acıkmışsa bana gelsin, cinsel sorunları varsa bana gelsin, sevilmek istiyorsa bana gelsin gibi gibi en önemli sorunlarda bana gelsin diye mi doğurdu. Sen niye girdin işin içine? Sen kimsin? Baba kim bu Türkiyede?
O anneleri eğiteceksiniz ya,  o kadınların çoğu hakkında şikayetçiniz ya ailenizde erkek figürü diye bir şey yok ve en önemli sorunlarda -ki attığım soru başlıkları en önemlileri- içinde erkek olmadığı sürece anneyi eğitemezsiniz! Anne tek başına annelik yapamaz! Anneyi tek başına eğitseniz de elinize sağlam çıktı kalmaz! Nedeni de açık; Aile denilen şeyin içinde baba da var. Neden milyonlarca kadını dedikoducu, geveze, gösterişe meraklı, huysuz, gibi ithamlarla suçluyorsunuz? Bunun en büyük suçluları siz baba diye nitelendirilen insanlarsınız. Farklı karakterlerimiz olduğu açık. Azıcık babalık yapıp o karakterleri çocuklarınıza gösterseniz dünyaya bu kadar ucuz insan yetiştirmeyiz. Hem kadın hem erkek!


*** Yukarıda saydığım çoğu şeyi Allah razı olsun  ki ben babamla konuşurum, konuştum, oynadım hem de annemden daha rahat. Sebebi annem yanına gittiğim her olayda babana da söyle babana da sor babandan da onay al, babandan da iste diyerek beni ve babamı yönlendirdiği için! Yani kadınlar özür dilerim ki öyle pes edip bu adam zaten böyle demek korkaklık. Bu dünyada bir şeylerin değişmesini istiyorsanız da babalar sorumluluğunuza ve yerinize sahip çıkın.

5 Aralık 2016 Pazartesi

"Çocukların En çok Sorduğu Soru" Dr. Susan Bartell


Size bir kitap anlatacağım, çok önceden yazmayı planladım ama sonuna kadar okuyayım pişman olacağım bir cümlesi varsa hiç yazmayayım diye bekledim ve işte burdayım.


Bir öğretmen,  bir ebeveyn, bir abla, abi, anaanne olarak her ne ise o olarak bu kitap işinize yarar diyorum. Gerçekten sıkıştığınız sorular bulunuyor içinde. Allah var mı? Ben nasıl oldum? Neden okula gidiyorum? gibileri ve daha bir çokları. Belki sizin kendinizce cevaplarınız var bu sorulara ve belki de doğru. Ama farklı bir açıdan bakmak ve olayın farklı yüzünü de görmek mümkün. Kitabın her cümlesi, Susan Bartell'in her cümlesi sizi tatmin etmeyebilir ya da uygulayabileceğiniz bir yöntem olmayabilir. Orası size kalmış. Baktınız bana ağır geliyor bu yöntemler diyorsunuz hafifletirsiniz ya da kullanmazsınız. Ama içinden elbet bir şeyler kazanırsınız.  Tutarlılığın önemini, model olmanın farkını, soruya soruyla cevap vermenin güzelliğini hele de acaba çocuğuma öğrencime nasıl sorular sorabilirimin cevaplarını bulabileceğiniz güzel bir kitap.  Yöntemleri de aslında konuştuğunun arkasında duran kişinin yöntemleri. Ama unutmayın 3-8 yaş arası her yanıt ve cevap sizin çocuğunuza uymayabilir. Üstelik de Amerikalı bir yazar ve oranın kültürüyle Türkiye'nin kültürü aynı değil, bazı cevaplar kültürümüze uymayabilir. Tabii ki tamamen size kalmış.
En çok sorulara odaklanın, ve altında yatan sebepler bölümlerine. Bence orada aynı yerdeyiz. Cevapların çoğu beni tatmin etmeseydi sizinle paylaşmazdım beni sardı umarım size de katkısı olur.
Bol okumalı günlere,
Bu arada bu sene "Reading Challenge" kazanıyor gibiyim herkese benden çay!

4 Aralık 2016 Pazar

Özgeçmişten çıkarımlar..

Umutsuzlara umut vermeye geldim,
İyi dinlesinler beni cillop gibi bir hayatta yaşadığımı sanıp  zaten her şey önündeydi senin diyenler.
Adapazarı'nın Kirazca köyünde doğan, babaanne, dede, büyükanne ve büyükbaba eşliğinde filizlenen bir kız çocuğu. Annen, baban neredeydi diyecek olursanız göçmen olmanın zorluklarını yazarak başlayayım. Bulgaristan'dan eli kolu boş üç beş eşyasını getirerek 89 yılında Türkiye'ye göçmüş koca bir ailem var. Türkiye sevdasıyla yanıp tutuşan, koşullar ne olursa olsun yeterki Türkiye olsun, vatan olsun diye varını yoğunu bırakıp koşa koşa Türkiye'ye kaçan bir aile. İsmi zorunlu göç olsa da aslı gönüllü göç. Annem kucağında 6 aylık çocuğu ile yanında babam dahi olmadan kaynanasıyla  göçmüş. Babam daha da önceden firar, nasıl ailemi Türkiye'ye alırım yollarını bulmak amacıyla.
-Bizlere macera gibi geliyor ama yaşayanlara kocaman bir çile.-
 Zafere giden bir çile olduğu için umutsuz değiller hiç. İstanbul'a, İzmir'e, Adapazarı'na, Çerkezköy'e oradan oraya göç ediyorlar sanmayın ki keyiften amaç tamamen iş bulmak. Bizler iki çocukları da anne, babaya emanet. Neden yanlarında değiliz çünkü gece gündüz çalışmak deyimini tam anlamıyla uyguluyorlar. Günde 18 saat çalıştıkları dahi oluyor, minicik iki çocuk orada tek başlarına olamayacağı için de büyüklerin ellerinde kalıyor.  Bizi yanlarına aldıkları zamanlar da var.

Tabii ki mutluluktan uçuyor iki çocuk ailesiyle bir araya gelince!

Ama çoğu zaman dedelerleyiz. Büyüklerle büyümenin güzel yanı bence pimpirikten uzaklaşmak. Ne istersek yapıyoruz, neye zarar verirsek verelim umursanmıyoruz, sokakta saatlerce oynuyor, yaramazlığın dibine vuruyoruz... Tek önemli sorun yemek yememiz. Hatta ben yemek yemeyeceğim diye bir sokaktan diğerine dedemi peşimde koşturduğumu bilirim :)- O zamanlar da atletmişim- İster toprağın, çamurun içine dal, ister tozun tadına bakmaya çalış her şey serbest.  Şimdi önüne milyon oyuncak koyduğun çocuklar ne yapacağını bilemeyip sıkılırken biz taşlarla, kumlarla, çamurlarla eşyaların ipleriyle oyunlar kuruyoruz. Yani salına salına doya doya çocukluk yaşıyoruz. Bizimkiler de gecesine gündüzüne katıp parasını biriktirip ev yaptırıyor ve göçmenlikten çıkıp sıradan Türk vatandaşı haline yavaş yavaş dönüyor.

 Peki Sibel bu aralarda neler yapıyor. Anaokulunda haylaz, tatlı cadı, evde bir canavar, kan kardeşliğine özenip ondan korkup kolaç (sizin deyiminizle pişi) kardeşliğine girecek kadar canavar.  Ama tam bir cesaret kumkuması. Hiçbir şeyden korkmuyor. Ev yakmak, camları kırmak, arı kovanlarını eşelemek aklına gelen ne varsa deniyor. Dayak mı vız gelir umru değil. Evde bu kadar yaramaz bir çocuk sizce okulda uslu olur mu? Bazen evet ama bizimki değil. Okulda da bir güzel dayak yiyor. Çünkü susmak bilmiyor, arkadaşlarını kışkırtıyor, dersi sabote ediyor! Okulda okumayı  en son öğrenen bir öğrenci olarak ödül alıyor! İlkokul karnesinde birler olan tarihteki tek öğrenci de diyebilirsiniz. Öğretmenime ders vermek amaçlı öğretmen filan olmadım buradan dramatik bir sonuç çıkarmayın, o zamanın devri eti senin kemiği benimdi ama ne var ki olumsuz etkilerini yaşıyorum. Öğrenci sırasına geçtiğim şu yıllarda bile çok zor konuşabiliyorum, konuşmaya başladığım anda vücudumda garip olaylar dönüyor bence sebebi sağ olsun ilkokul öğretmenim. Ne lise, ne üniversite, ne de şu yüksek lisansımda çok sesim duyulmuyor çünkü dediğim gibi vücudumda pompalanan adrenalin konuşabilmemi engelliyor. Neyse geri dönelim. İlkokulu tam bir tembel etiketiyle geçiyorum. Çarpım tablosunu dahi öğrenebilmem için kilitli bir odada kalıyorum kapı açıldığı anda annemi kandırıp evden kaçıyorum çünkü neden öğrenemiyorum! Sayıları okumayı, çarpmayı, toplamayı, sayılarla ilgili, alfabe ile ilgili hiçbir şeyi öğrenemiyorum. Hemen kurtarıcım Şemsiye teyzeme kaçıyorum. 2 mahalle aşağıdaki canım komşumuz. Oh orada onunla sohbet muhabbet edip annemin beni almaya gelmesiyle günlerimizi geçiriyoruz. Annem de ne yapsın elinden bu kadarı geliyor zorluyor zorluyor bakıyor ki yok kızı öğrenemiyor napalım bu kız da böyle diyor :) Allahtan elinde bir evlat daha var hem de zehir gibi. Tam bir zeki. Hele de Matematik becerileri hat safhada. Neyse belki bu öğrenip kardeşine öğretir diye umut ediyor. Deprem dolayısıyla İstanbul'a göç yaşıyoruz ve Sibel 4. sınıfa başlıyor hala tembel hala umarsız. (Bu arada dede çalıştı, uğraştı ve ticaret kafası sayesinde tam bir zengin oldu) Dedesi okusun diye teşvikler vermeye başlıyor ve karneni 5 getir sana benden telefon diyor. . İşte o an sular duruluyor ve tersine dönmeye başlıyor. Sene 2000 Sibel'in karnesi aileyi bırakın sülaleyi dehşete düşürüyor hepsi 5. Kimse inanmıyor, hatta dedesi de inanmıyor ve telefonu almıyor. Sibel de eğitime olan inancını kaybediyor :D Ama denge tamamen dönmüyor hatta Ahmet isimli bir öğretmen bu kızda Matematik zekası var diyor. Hoppala... Kim inanacak şimdi buna. Çarpım tablosunu dahi öğrenemeyen bir kızdan bahsediyoruz! Bir de tutup beni okulun zekiler tayfasının bulunduğu sınıfına koyuyorlar. Bakmayın ben öyle üstün performanslar göstermiyorum. İşim olmaz biri başka bir şey vaat etse hadi bir nebze ama ondan da dönüyorlar zaten. Çat pat son gece çalışmalarla bir şekilde idare edilerek hayat devam ettiriliyor. Liseye geçişimde de başka bir okul kazanıp gitmeme gibi bir hikayem var ama önemi yok çünkü Okul öncesiyle tanışıyorum ve çocukluğumdaki gibi acayip eğleniyorum. Peki umutsuzlara umut olacağım yer neresi? 
Üniversitede de aynı bölümü okuyunca kendimle ilgili birçok şeyi fark ediyorum ve neden eğitim hayatımın böyle geçtiğini anlıyorum.  
1. Bende dikkat eksikliği var. Dikkatimi aralıklarla maksimum odaklayabildiğim süre 10dk. devamında kendimi başka bir dünyada buluyorum. Geri dönmek için kendime taktikler belirledim tabi 26 yaşına gelene kadar.
2. Öğrenme bozukluğum var.  Daha çok dikkatle bağlantılı sorunlarım olsa da, ondan bağımsız disleksi denilen bir sorunum daha olduğunu görüyorum. Hala milyon tane yazım hatası yapıyorum. Nasıl yazıldıklarını öğreniyorsunuz da beyin bazen dönüyor işte napacaksın:)  Bu bloğa yazı yazdıktan sonra kaç tane hata çıkıyor bir görseniz, ne varki otomatik tanımlıyor. Kelimeleri yanlış yerlerde kullanıyorsam şaşmayın orada da sorunum var.
3.  Daha çok otizmli çocuklarda görülen kendini yönetme sistemimde bozukluklar var. Otizmliyim diyeceğim ama değilim diğer özelliklerinden bir çoğunu göstermiyorum.  Ama iletişimde hızlı, detaylı, gürültülü konuşma gibi özelliklerini de gösteriyorum. 
 Kimse de benim böyle sorunlarım olduğunu düşünüp bana ona göre eğitim, destek filan vermiyor ne yapıyorsam kendi kendime yapıyorum. Ama düşünki kendimi yönetmekte sorunlarım var, çalışma programı yapmak hak getire, dershanenin bana hazırladığı program da bir o kadar realiteden uzak! çalışırken zaten dikkatim dağılıyor, yazarak çalıştığımda da görüyorum ki yanlış yazıyorum! Sonra da bir bakıyorum ki üniversiteyi kazanmışım. 
Nasıl mı?
Sağ olsun çocuklar sayesinde. İyi özelliklerim diğerlerini kapatabilmem için fırsatlar sunuyor. Çocukların öğrenme süreçlerini gözlemliyorum ve Üniversiteye hazırlanırken hep onlardan yararlanıyorum. Zıplayarak, koşarak ders çalıştığımı hatırlıyorum, dikkatim dağılıyor diye paragraflarla şarkı yaptığımı, şekiller ve sayıları  bacaklarıma, vücudumun parçalarına benzetip öğrenmeye çalıştığımı, Türkçe dil kurallarını otobüsteki insanlardan hikaye yaratıp ezberlediğimi, gibi gibi bir çok şeyi hatırlıyorum. Yani beynimin nasıl çalıştığını gözlemliyorum, ne zaman kalıcı hafızama girdiğini düşünüyorum ve o noktaları tekrarlıyorum. Özellikle de hareket olmadan ben öğrenemiyorum! -Belki de o yüzden öğretmenlik hayatımda da bir çok şeyi hareketle öğretiyorum-  Diyeceğim o ki sınavlara hazırlanırken benden bir şey olmaz zaten benim destekçim yok, zaten benim bilgim yok, zaten benim param yok, zaten şuyum yok gibi bahanelerle kendinizi çürütmeyin. Ya da başkalarının özelliklerinin, hayatlarının harika olduğunu sanmayın. Gördüğün gibi dışarıdan çok normal dururken içerden baya bir elektrik kaçakları var. Siz başkalarından çok, hatalarınızdan, kusurlarınızdan çok neler yapabildiğinize odaklanın, en azından ben öyle yaptım!

Uzun bir yazı oldu ama özgeçmiş bu, 26 yılımın en önemli bilgilerini sığdırdım kısa mı olacağdı!